top of page
  • Yazarın fotoğrafıMurat Hüseyin inceoglu

Ren Güzelleri: Cochem, Eltz, Koblenz

Tolkien der ki : "Her dolaşan kaybolmuş değildir."

Dünyayı keşfetme yolculuğunda bugün beraber yapacağımız yolculuğumuz bizi bu kez Frankfurt'un kuzeyinde Ren nehri kıyısındaki iki yerleşim ve bir şatodan oluşan bir rotaya götürecek. Gezilecek yerlerin hepsi Rheinland-Pfalz eyaletinde bulunuyor. Bu rotayı günübirlik gezi şeklinde Frankfurt merkezli bir yolculuk şeklinde planlayabilirsiniz. Ren nehrinin güzelliği ve üzüm bağları arasında güzel bir güne davetlisiniz. Haydi başlayalım.

Çok da ansiklopedik bilgilerle canınızı sıkmadan direk konuya gireceğim. Araba ile yaklaşık 200 kilometrelik bir rota burası. Sabah erken çıkarsanız gece makul bir saatte dönmeniz mümkün. Biliyorum yukarıdaki şato merakınızı uyandırdı ama günü sırayla anlatmaya pek kararlıyım. Bu nedenle biraz beklemeniz gerekecek.

O zaman ilk durağımız KOBLENZ olacak. Frankfurt'tan 120 kilometre mesafede bir kent burası. 2.Dünya Savaşında en çok bombalanan Alman kentiymiş. Güzel bir restorasyon görmüş; kısmen eski, kısmen de yeni bir yapılaşma olmuş.

Kentin sokaklarına adımınızı attığınızda en çok dikkatinizi çeken minik heykeller görmek olacak. Bu yazı içerisinde bunlardan birkaç örneği size göstermeye çalışacağım.

Küçük küçük bir çok meydan var ve kaç tane sayamadım doğrusu ve biz gittiğimizde meydanlarda noel hazırlıkları tam gaz sürüyordu. Ben bu küçük kulübelerin ışıltısını seviyorum.

Ve benim diğer favorim bu arvavut kaldırımları. Alman kentlerinde de bunların her türünü görmek mümkün. Burada açık renkli taşlar kullanılmış.

Tabi ki kiliseler de var ama benim ilgimi çeken özel bir kilise olmadı kentte.

Ancak hayli ilginç binalar var. Buradakinin çatı işçiliği çok güzeldi. Tüm kentin yıkılmış ve yenilenmiş olduğunu düşününce bu insanlardaki azim ve irade hakikaten takdire şayan.

Bir hedefimiz var ve bu nedenle kentin sokaklarında bir rota doğrultusunda geziyoruz. Huzur ve estetik her sokakta bize eşlik ediyor.

Köşe başları veya apartman girişlerindeki heykeller de estetik duygusunu pekiştiriyor.

Pencere altlarındaki seramikler bana sanki bir horoz desenini çağrıştırdı.Biraz Gaudi esintisi var gibi.

Yosunlar heykeli özellikle renklendirmiş sanki.

Bu kedisi olan gözlüklü teyze de başka bir köşede karşılıyor sizi.

Böyle güzel sokaklarda kısa bir yol alarak nehir kıyısına ulaşıyorsunuz ve burada ambians aniden değişiyor. Sonbahar sarısı, çimen yeşiline karışıp sarmalıyor insanı.

İlk görünen Mosel nehri. Resimden biraz küçük gibi gelmesin solunuzda görünen kara parçası bir ada, karşıdaki tepe ise nehrin diğer tarafında.

Az ileride sizi dev bir heykelin olduğu büyük bir alan karşılıyor ve neden en çok bombalanan kent olduğunu anlıyorsunuz. Meydanın sağ tarafında Ren nehrinin çok büyük bir kolu olan Mosel nehri soldan gelen Ren ile birleşiyor. Burası tam bir doğal bariyer ve stratejik bir nokta.

Meydanın adı Deutsches Eck yani Alman köşesi gibi bir şey. Koblenz'de Moselle ile Ren nehirlerinin birleştiği bu yere 1897'de, Alman İmparatoru I. Wilhelm'in ölümünden dokuz yıl sonra dev bir atlı heykel yapalım demişler. Resimden tam anlaşılmıyor olabilir ama heykel çok büyük. Kaidesiyle beraber yaklaşık üç katlı bir bina kadar diyebilirim.

Resimde arkamdaki nehir Ren. Gerçekten Tuna nehri kadar büyük bu kesimde. Karşı kıyıda Koblenz kalesi var. İsterseniz meydandan oraya teleferik gidebilirsiniz. Ağaçların içerisinde dikkat ederseniz teleferiği görebilirsiniz.

Bu kıyıdan da karşı kıyıdan da manzara çok güzel. Ancak biz 12 euro verip karşıya geçmek istemedik.

Ben size internetten iki resim koyayım ve siz de görmüş olun karşıdaki Mosel nehri, soldan gelen de Ren nehri. Teleferik burada daha net seçilebiliyor.

Deutsches Eck adı verilen meydan tam iki nehrin arasında bir burun. Bu resimden heykelin büyüklüğü daha iyi gözünüzde canlanabilir.

Çok güzel ve etkileyici bir meydan; adeta büyük bir geminin pruvası hissi uyandırıyor insanda.

Suyun yeşil rengi çok güzel insana ferahlık veriyor.

Burada olmak pek çok insanın hoşuna gidiyor olmalı ki meydan kalabalık. Yürüyüş yapanlar, gezinti yapanlar ve hatta bir kaç balık avlayan bile gördüm.

Dönüş yolunda sarı ve yeşil huzur yine sarmalıyor bizi.

İkinci durağımız olan Eltz kalesi veya şatosuna uzaklık 30 kilometre. Yol boyunca minik köyler ve Windows arka planını andırır manzaralar içerisinde yol alıyorsunuz.

Eltz kalesinin otoparkına bıraktığımızda iki yol olduğunu tam olarak bilmiyorduk. İşaretin gösterdiği patikadan yürümeye başladık.

Yolculuk yaklaşık 15 dakika sürüyor. Ufak inişler ve çıkışlar var, yol boyu orman içerisinden yürüyorsunuz ki bu orman da Eltz ailesine aitmiş. Adamların avlanmak için kendilerine ait ormanı var pes yani.

Zemin dekoru; sarı serpiştirilmiş kahverengi yapraklar üzerinde yürümek pek keyifli.

Arada dinlenirken harika doğa manzaralarını seyredebilirsiniz.

Sonra bir köşeyi dönünce bu manzara karşılıyor sizi. Sanki gerçek olamayacakmış gibi görünen bu masalsı yapıya bakakalıyorsunuz.

Kimin aklına böyle bir yapı inşa etmek gelmiş bilmiyorum ancak masallardan fırlamış gibi görünen bu şatonun çevresindeki doğayla uyumu göz kamaştırıcı. Sanki orada olması çok doğalmış, oraya aitmiş gibi görünüyor.

Kapısına yaklaştıkça masalımsı hava daha da pekişiyor. Gerçekten gördüğüm en etkileyici şato diyebilirim.

Burası için Eltz’e kale değil de şato demek daha doğru sanki. Bir film stüdyosu veya bir masalın parçası gibi. Burayı görüp de hayran kalmamak mümkün değil. Korku filmlerinin ürküten şatolarından çok prensli, prensesli masalların şatoları gibi. 12. yüzyıldan günümüze yani 850 yıldır Eltz ailesinin elindeymiş bu şato. İnternette gezginlerin yazdığına göre, bu ailenin üyelerinden bazıları hâlâ bu şatoda yaşıyormuş. Ancak biz vardığımızda kapanış saatiydi. Aile üyeleri mercedeslerine atlayıp kapıyı kapatıp gittiler. Sanki içeride bekçi bıraktılarsa da orada oturmuyorlar hissine kapıldım. Biraz erken kapanıyor içini çok merak ediyosanız erken gelin.


Biraz önce yaptığım gibi size internetten üç resim koyarak merakınızı bir nebze gidermeye çalışayım. Klasik orta çağ mimarisi hissi uyandırdı bende. Goblen adı verilen halı dekorlarla süslü odalar.

Basit ama devri için çok lüks sayılabilecek eşyalar.

Ve şatoların olmazsa olmazı zırhlarla dolu odaları var burasının.

İçini biraz sıradanmış gibi anlatmam benim birçok ortaçağ yapısı görmemden kaynaklanıyor olabilir. Daha önce bu tür yapılardan pek görmediyseniz oldukça ilginç gelecektir. Ama dışı çevresindeki doğa ve renklerle sersemletici güzellikle.

Kalenin yanına gelince farkettik ki bir asfalt yol var; dönüş için orayı kullanmayı seçtik. Daha kısaymış ama gerçekten çok dik. İnsan tırmanırken nefesi kesiliyor.

Attığınız her adım sizi değişen bir manzara ile ödüllendiriyor. Ancak size tavsiyem ziyaret ederseniz bizim yaptığımızın tersini yapın asfalt yoldan inin, ormandan yani hafif meyilli olan yoldan yavaşça tırmanın.

Yukarı yürüdüğünüzde nefesinizi toparlayıp beyninize bir miktar oksijen gitmesini sağlayabilirseniz sizi kartpostallık bir manzaranın beklediğini fark edeceksiniz.

Buradan bir 25 kilometre ileride Cochem için yola çıkıyoruz bu kez Windows arka plan dekorlarının yanında üzüm bağları da eşlik ediyor bize. Mosel kolunun çevresi Almanya'nın şarap merkeziymiş.

Kısa bir yolculukla COCHEM kasabasına varınca sizi bu manzara karşılıyor. İdrak yollarımız Eltz şatosunu tam oturtmaya başlamışken Cochem'in nehir, şato silüeti insanı hayran birakıyor doğrusu.

Nehrin iki yanına kurulmuş şirin mi şirin minik bir kasaba burası.

Ancak bu minik kasabanın zenginleri neden bizim de bir şatomuz olmasın demişler ve fakirlerden topladıkları paralarla kendilerine bu mütevazi evi yaptırıvermişler.

Şaka bir yana çimenlerde gezinen yaklaşık iki tavuk boyundaki ördeklere dikkatinizi çekerim. Öyle serbestçe geziniyorlardı.

Cochem gördüğümüz ilk andan itibaren şirinlik ve alımlılığı ile bizi etkiledi.

Kasabaya böyle kapıların birisinden geçerek giriyorsunuz. Binalar tamamen orjinal.

Kasabanın meydanı da kendi gibi çok sempatik ve huzur dolu.

Her yönde masalsı bir doku var. Tarzı biraz Kronberg'e benzetmiş olabilirsiniz ancak burası daha alımlı ve gösterişli.

Ülkenin şarap üretim merkezi olunca her yer şarap dükkanları ile dolu. Şarap ve yerel Alman içeceği Glühwein'ın pek çok türünü uygun fiyata almanız mümkün.

Alçak ve sempatik binalar çok şirin. Ancak tabelaların uyum ve güzelliğine burada da dikkatinizi çekmek istiyorum. Belki böyle böyle ülkemizde de bu bilincin oluşmasına katkı vermiş olurum.

Biz gittiğimizde akşam olmak üzereydi ama erken gelindiğinde göz atılabilecek çok dükkan var, oldukça turistik bir yer.

Ve dükkanlar çok alımlı ve özenli dekore edilmiş.

Biraz geç kalmış olsak da sokaklarında dolaşması huzur veren bir yerleşim ve mimarisi de çok güzel.

Bir şarap dükkanın önüne paspas gibi yatmış olan köpeği sevmeden geçemezdik tabi ki. Köpek içeriden sahibi çıkınca nazikçe kalktı ve onunla uzaklaştı.

Yemek yemeden önce elimizdekileri arabaya bırakmak istiyoruz. Meydan gece daha mı güzel görünüyor ne ?

Havanın kararması güzel ışıklandırmaları ortaya çıkardı. Resim çekmekten kendimi alamadım. Beni yürütmeleri biraz zor oldu.

Gece ışıkları ile şatonın da ambiansı değişti. Bir başka güzel oldu.

Bu restoranı çocuklar buldu internetten tipik bir Alman restoranı.

İçerideki dekorasyondan yemeklere kadar her şey otantik Alman tarzını yansıtıyor. İçinizden Alman mutfağı mı varmış diyenleriniz olduğunu duyabiliyorum. Evet kısmen haklısınız iki elin parmağı kadar yemekleri var ancak burası onların iyilerinin tadına bakabileceğiniz yerlerden birisi.

İşte sizi Flammkuchen ile tanıştırayım. Almanyada okuyan kızım ve yeğenimin tavsiyesiyle denedik. Çok güzel ve çok lezzetliydi. Şaşırtıcı lezzeti yüzünden bitirip tekrar sipariş verdik.

Biz peynirli ve sebzeli olan formlarını denedik. Bizim lahmacun kadar ince açılmış bir hamur üzerinde malzemeleri olan bir yiyecek. Tadı ve çıtırlığı lahmacunu andırıyor ama biraz doğası gereği pizza ve pideden de anımsatmalar var. Mutlaka iyi yapan bir yerde denemenizi öneririm.

Kasabada gezerken sokakta ilk kez bir şarap otomatı gördüm.

Eve dönmeden gece nehrin karşısından da manzarayı görmek istedik.

Gördüğümüz manzaraya bir yorum yazmadım, sizi renklerin ve yansımaların büyüsüyle baş başa bırakıyorum.

Son cümle Frankfurt'ta bir gününüz varsa ve araba kiralarsanız Ren nehrini takip eden bir rotada sizi çok hoş sürprizler bekliyor olacak. Koblenz, Eltz şatosu ve Cochem hakikaten görmeye değer yerler.

Dünya büyük ve güzel keşfedecek çok yer var.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentare


bottom of page